Bu yazımın konuğu Orhan Dikici. 80 yaşının üzerinde olmasına rağmen hala oradan oraya koşturan, insanların çeşitli sorunlarına derman olmaya çalışan Orhan Amca. O Sarayköy'ün Nasrettin Hoca'sı, O Sarayköy'ün modern Meddahı. İlçemizdeki sivil toplum kuruluşlarının olmazsa olmazı. Siyasetin içinde hep vardı. Ticari kültürünü ise bir zamanlar yaşadığı İstanbul'dan aldı. Şimdilerde ise emekliliğin ve Kuşadası'nın tadını çıkarıyor.
Aslında Orhan Dikici'yi bu söyleşi için ikna etmem zor oldu. Uzun süre direndi, ben de direndim. Ve kazanan ben oldum. Sonunda baharın başladığı ilk gün Orhan Amcayla Ticaret Odası'nda buluştuk. Sıcak bir günde, sıcak bir muhabbet oldu. Zaten kendisiyle 7 yıldır Sarayköy Ticaret Odası'nda beraber çalışıyoruz. Anlattığı konuların bazılarını daha önce kendisinden dinlemiştim. Ama tekrar dinlemeye değdi.
Orhan Dikici ile saatlerce muhabbet edebilirsiniz. Bir kitap dolusu malzeme çıkartabiliriz. Ama yerimiz kısıtlı. Biz bugün genelde eskiyi dile getirdik. Yakın zamanı biraz es geçtik. Umarım ilgiyle okursunuz..
İşte size Orhan Dikici'nin hayat hikayesi...
MANİFATURACI OLACAK ÇOCUK
HHT: Orhan Amca Tırkaz köyünde mi doğduk?
OD: Yok. Ben Sarayköy'de doğdum. Babam Yusuf Dikici Tırkazlı. Annem Dudu Dikici ise Kumulcalıdır. 1 Eylül 1935 günü Sarayköy'de doğdum. Ailem 1920'lerin başında Sarayköy'e yerleşiyor. Babam Tırkaz Köyü'nde keçi çobanıydı. Sarayköy'e gelince Ayakkabıcı Hilmi Ustanın yanında çıraklığa giriyor. Askerden sonra ise Eski Yoğurt Pazarındaki bir dükkanda ayakkabı tamirciliği yapıyor. Askerde hizmet eri olduğunu bana hep söylerdi. Sonra evleniyor. Biz beş kardeşiz. Üç kız, iki oğlan ve ben dört numarayım.
HHT: Sende mi ayakkabı çıraklığı yaptın ?
OD: O zaman okumak zor bir olaydı ama ben Gazi İlkokulu'nu bitirdim. Yazın okullar kapalıyken ise hep çıraklık yaptım. Ayakkabıcılık yapmadım ama bir sürü yerde çalışarak kendimi geliştirdim. İlk çıraklığım Eski Yapı Kredi Bankası'nın olduğu yerde bulunan Hamdi Ekmekçi'nin bakkal dükkanıydı. Sonra meslek öğreneyim diye Genişa Mustafa Çağlar'ın tatlıcı dükkanına girdim. Ama O bana tatlıcılık öğretmek yerine hayvan gütmeye gönderince oradan ayrıldım. Sonra sırasıyla Manifaturacı Mehmet Köseoğlu'nun, gene Manifaturacı Hıdır'ın oğlu Ali Rıza Yetişen'in ve Molla Ahmet Köseoğlu'nun ( Cemal Köseoğlu'nun babası ) yanlarında çalıştım.En son olarak ise Belediye Meydanında dükkan çalıştıran Halil Aksoy'un yanına musallat oldum.
HHT: Manifaturacı olacak kişi küçüklüğünden belli olurmuş. Nasıl bir çocukluk yaşadınız ?
OD: Ali Yapıcı, Turgut Aras, Bekir Sucu ve Refik Şişek çocukluk arkadaşlarımdı. Hep beraber gezerdik. Yazlık sinemalara giderdik. Bahçelerden meyve çalardık. Hatta şöyle bir anım var. Rafet Çomakoğlu'nun bahçesine girdik erik çalmak için. Kır bekçileri bizi yakaladı. Birini hiç unutmuyorum. Şaban Hacı Ahmet. Diğer arkadaşlar yerde idi.Onlar kaçtı. Ben ağaçta yakalandım. Şaban Hacı Ahmet boynuma ip doladı ve beni o şekilde Efe Meydanı'na kadar getirdi. Neyseki orada ipi çözdü. Neredeyse asılacaktık.
HHT: Başka neler yapardınız ?
OD: Pazarlarda yeşillik satardım. Esas amacım para biriktirmekti. O zamanlar en büyük hevesim İstanbul'a gitmekti. Halil Aksoy'un orada yapılan İstanbul muhabbetleri, seyrettiğimiz filmler, Beyoğlu filan beni İstanbul'a itiyordu. O yüzden para biriktiriyordum. Ama ailemin haberi yoktu. Zaten annem rahmetli olmuştu. Ben yanıma üç arkadaş daha buldum İstanbul yolcusu.
VER ELİNİ İSTANBUL
HHT: Onlar kim ki?
OD: Çiçimo Salih'in oğlu Mustafa, Salih Yoğurtçu ve Orman Daire'sindeki odacı Rıza Örnek. Onların da kanına girdim. Evlerden İzmir Fuarına gidiyoruz diye izin aldık. O zamanlar fuar meşhur. Bir gece İzmir 'de kaldık. Fuarı gezdik. Sonra hiç unutmam Aksu vapuru ile İstanbul'a yol aldık. Sene 1952.
HHT: Köyden indim şehire oldu mu?
OD: Hem de nasıl. Vapur Karaköy'e yanaşırken yanımda duran bir kadına ''Teyze bugün buranın pazarı mı? Çok kalabalık. '' diye sordum. O da '' Evladım burası İstanbul. Burası her zaman böyle. '' dedi.
HHT: İstanbul'a giderken kafanızda bir adres var mıydı?
OD: Hemşehrimiz Eşref Dağtaş'ın adresini almıştık. Sirkeci 4. Vakıf Han diye bir adres vardı. Güç bela bulduk. Çok şaşırdı, sonra bize Sirkeci'de Meriç Oteli'ni ayarladı. Yatak ücreti kişi başı 2 lira idi. Eşref İstanbul'da çok yankesicilik oluyor, paranızı otelin kasasına bırakın azar azar alın, dediği için biz de yanımıza azar azar para alıyorduk. İlk kazığı Taksim'de yedik. Taksim heykelinde fotoğraf çektirdik. Bizim fotoğraf nedir bildiğimiz mi var. Yanımızda beşer lira vardı ama adam onar lira istedi. Biz de tek fotoğraf alalım bari diye on lirayı verdik. Ertesi gün verdiği adresten almamızı istedi. Biz bi daha kazıklanırız diye o tek fotoğrafı bile almaya gitmedik.
HHT: Hızlı bir giriş yapmışsınız İstanbul'a...
OD: Evet hızlı girdik ama diğer arkadaşlarım dayanamayıp 3 gün sonra Sarayköy'e geri döndüler. Ben ise kararlıydım. İstanbul'da tutunacaktım. Sirkeci Meriç Otel'de 15 gün daha kaldım. Her gün iş arıyordum. En sonunda Eşref Dağtaş'ın sayesinde Sultanahmet'te Katırcıoğlu İşhanı'nda bulunan toptan manifaturacı Mehmet Yazmacıoğlu'nun yanında işe başladım. Ama işe girmeden önce patron beni imtihan etti. Kumaş çeşitlerini filan sordu. Her soruyu doğru cevaplayınca işe alındım. Tesadüf bu ya Sarayköylü Hafız Ali de orada çalışıyordu. Ben o şirkette çok çalıştım. Bu sayede iyi paralar da kazandım. O zamanlar İstanbul'da toptancılar genelde Yahudiydi. Onlarla da tanıştım, iyi ilişkiler kurdum, sayelerinde yumak aldım sattım. Demse marka yumak meşhur ve bulunmuyordu. Hele karayeşil ve mor renkleri hiç yoktu. Yahudi arkadaşlarım sayesinde kendi adıma yumak ticareti yaptım. Geceleri sinemada yer göstericiliği yaptım. Karaborsa sinema bileti sattım. Bize Anadolu'dan gelen müşterileri hem parayla İstanbul'u gezdirdim, hem de onlardan yedim içtim. Bir ara Eşref'le Balat'ta oturuyorduk. Biraz paralanınca Şişli'de bir ev tuttum. Bu arada ailemle de aram düzelmişti. Yazları Sarayköy'e gidiyordum.
'' DUTU YİYEMEDİK, DAYAK YEDİK ''
HHT: Eğlence hayatı nasıl gidiyordu ?
OD: Benim önceliğim para biriktirmekti ama zaman zaman Tepebaşı ve Cağaloğlu'ndaki yazlık gazinolara da gidiyorduk. Zaten o sırada da askerliğim çıktı.
HHT: İstanbul macerası bitti mi yani ?
OD: Acemi birliğim Menemen'di. Sarayköy'den berber Yaşar ile beraber gittik. Sonra dağıtım Davutpaşa'ya çıkınca tekrar İstanbul'a gittim. Toplam 24 ay askerlik yaptım. Bayağı zor bir askerlik geçirdim sayılır. Orada onbaşılık imtihanı vardı. Zelzele nedir? Öğlen namazı kaç rekattır ? gibi sorular çıktı. Doğru yanıt verince onbaşı oldum.
HHT: Var mı ilginç bir askerlik anınız ?
OD: Evet. Bir dut anım var. Ben dut çok severim. Tam birliğe teslim olacağımız gün canım dut çekti. O zamanlar kese kağıdında dut satılırdı. Bir köşe başında satıcıdan aldık, daha yemeye başlamadan komutanlar bizi enseledi. Dutu yiyemedik ve de dayak yedik. Tam içeri gireceğimiz sokağın köşesinde bir baktık dut ağacı. Hemen yolmaya başladık ki bu sefer inzibatlara yakalandık. Gene yiyemedik. Yani ne parayla, ne de bedava dut yiyemedik.
50 YIL AYNI MEKANDA
HHT: Sonra ver elini...
OD: Tahmin ettiğin gibi Sarayköy'e geldim. Hamdi Aşyemez'in önce çırağı, sonra da damadı yani iç güveysi oldum. 1970'lerde dükkanı devraldım. Yaklaşık 50 yıl aynı mekanda ticaret yaptık. Bir müddet sonra oğlum Sait de deyreye girdi. Zaten en son da işi O'na devrettim. Bir ara alçı taşı madenciliği yaptım. Alçı taşı madencisi Ahmet Fevzi Kul ile tanıştım. O'nun vasıtasıyla işi öğrendim. Yeşilyurt Köyü'nde bir ocak ruhsatı aldım. Batı Anadolu, Çimentaş ve Söke Çimento'ya 20 yıl alçı taşı sattım. Zamanla rekabet çoğaldı. Para kazanamaz olduk. Bu yüzden ocağı Başaranlar şirketine devrettim. Üç evladım var. İkisi kız , biri oğlan.Altı torunumuz oldu.
HHT: Bir çok yerde de fiili görevleriniz oldu...
OD: Evet dediğin gibi bir çok sivil toplum örgütünde, yardım kurumlarında ve siyasi partilerde görevlerde bulundum. İnsanlara bir şekilde yardımcı olmaya çalıştım. Onların Orhan Amcası oldum. Şu anda da Ticaret Odası Yönetim Kurulu Başkanı olarak bulunuyorum. Türk Hava Kurumu, Kızılay ve Sosyal Yardım Vakfı'nda da faal olarak hizmet veriyorum. Yaz aylarında ise fırsat buldukça Kuşadası'ndaki evimde kalıyorum.
ALMAN USULU NEYMİŞ
HHT: Son olarak sizden bir kaç hatıra dinlesek olur mu?
OD: Bende hatıra yaz yaz bitmez. O zaman şöyle anlatayım. Hani bizim Eşref Dağtaş vardı ya.. İstanbul'daki. Benim arkamdan O da geldi Sarayköy'e ve belediyeye girdi. Sonra günün birinde hadi dedi, İstanbul'a gidelim, anıları tazeleyelim. Tamam dedim gidelim. Alman usulu diye de anlaştık. Ama ne usulmuş anlamadım. İki yolcu bileti aldık 18 tl ben verdim. Afyon'da molada yemek yedik, O verdi 5 tl. İstanbul'da otel parası peşin 30 tl benden, Taksim'de çay içtik Ondan. Sonra açıktık yemek yedik gene benden, üstüne buz gibi limonata Ondan. Zaten daha sonra da Alman usulu olan hiç bir şeyin içine girmedim. Gene Eşref'le bu sefer Kapalıçarşı'dayız. 1. Bedesten'de dinleniyoruz. Hava sıcak, Eşref soğuk su istedi ama garson ılık su getirdi. Bir de yandaki müşterilere soğuk su gelmez mi. Eşref hemen bize niye soğuk vermiyon diye diklenmeye çalıştı. Adam '' Onlar bizim kırk yıllık müşteri,
sen ise gelip geçici, otur oturduğun yerde.'' diye söylenmeye başlayınca Eşref suspus oldu. Son hikayem yine Eşref'le ilgili. Sirkeci Büyük Postane'nin önündeyiz. Rami'ye gideceğiz. Otobüse bindik. Eşref başladı yolculara söylenmeye. '' Sen yan dur, sen öne git, sen şöyle dur..'' diye herkesi sıraya koymaya çalışınca şöför sordu. ''Sen kimsin''. Bizimki ''Zabıtayım'' diye cevapladı. Şöför '' Nerenin '' deyince, bizimki '' Sarayköy'' dedi. Şöför ''Sarayköy nerde lan '' deyince bizimkinin ''Denizli'' diye cevaplamasıyla birlikte şöförün tepesi attı. '' Otur oturduğun yerde. '' dedi ve Eşref gene sus pus oldu.
HHT: Orhan Amca anlattıkların için çok teşekkür ederim. Allah uzun ömürler versin.
OD: Esas ben teşekkür ederim... ototoklar@gmail.com