‘Milli Eğitim’, 2024-2025 eğitim-öğretim yılına bir önceki dönemden daha da ağır sorunlarla girmektedir. İktidar ve MEB eliyle eğitim, güncel siyasetin ve hamasetin aracı haline getirilmeye çalışılırken; önceki dönemlerden devreden sorunlara bu eğitim döneminde yenilerinin ekleneceği tartışmasız bir gerçektir. Milli Eğitim Bakanı, hükümetin güncel söylem ve politikalarını eğitime enjekte etme işiyle o kadar yoğun ki: yeni dönemde eğitimi nelerin beklediği sorusunun cevabı kamuoyu için büyük bir belirsizliktir. Tam bu noktada, Eğitim-İş olarak eğitimde yaşanan sorunlara dair somut bilgiler verip uyarıda bulunmak bizim için şart olmuştur. Yaklaşık 20 milyon öğrenci ve 1,2 milyon öğretmenin 74 bin okul ve 750 bine yakın derslikte geçireceği yeni dönem şu manzarayla başlamaktadır: • Okul ve derslik sayısındaki büyük açık vardır. Bunun sonucu olarak AKP’nin yıllar önce sonlandırmaya söz verdiği ikili eğitim uygulaması ile taşımalı eğitim garabeti yine sürmekte, Türkiye’deki bir sınıfa düşen ortalama öğrenci mevcudu sayısı yine utanç verici sayılara yükselmiştir. Üst yöneticiler tarafından bu sorunların çözülmesine dair hiçbir irade gösterilmeyeceğinin bir kanıtı da eğitime ayrılan bütçeden belli olmuştur. 2016’da yüzde 13,3 olan eğitim bütçesinin genel bütçeden aldığı pay, 2025 yılı için yüzde 10,8 olarak öngörülmüştür. Yani daha çok sorun, daha az kaynak ve daha az umursanmak, iktidar tarafından bu eğitim döneminin kaderi olarak belirlenmiştir. 29 Ağustos 2024 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanan İşgücü Programlarının Yürütülmesine İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Yönetmelik, kamu kurumlarında kalıcı istihdam yerine geçici ve düşük ücretli çalıştırmayı teşvik etmektedir. Yönetmeliğin amacı, işsizlerin istihdam edilebilirliğini artırmak olarak belirtilse de, uygulamada işsiz ve yoksul vatandaşların emek gücünün sömürülmesi söz konusudur. Bu yönetmelik kapsamında 10 aylık süreyle sözleşmeli olarak çalıştırılacak kişiler, programın ilk dört haftasında haftalık 37,5 saat ve beş gün, ilk dört hafta sonunda haftalık yirmi iki buçuk saat ve üç gün çalışacaklar ve yalnızca günlük asgari ücret düzeyinde (8.447 TL) "cep harçlığı" alacaklar. Özellikle kamusal alanlarda temizlik ve bakım işlerinde geçici istihdam edilen bu kişiler, eğitim ve kamu kurumlarındaki eksik kadroların doldurulmasını kalıcı bir çözüm olarak sunmamaktadır. Haftanın 3 günü 8 bin 447 TL’ye çalıştırılacak kişilerle okulların ne güvenliği ne temizliği sağlanabilir, üstelik bu asla kabul edilemeyecek bir emek sömürüsüdür. Oysa Bakanlık, okulların temizlik ve güvenlik ihtiyaçlarını geçici çözümlerle değil, kalıcı ve kadrolu personel istihdamıyla karşılamalıdır. Okul yöneticilerini ve velileri zor durumda bırakan bu tablo, siyasi iktidarın işsiz yurttaşların emeğini sömürerek kamu hizmeti yürütme anlayışının bir yansımasıdır. Çocuklarımızın sağlığı ve güvenliği geçici işgücüyle sağlanamaz; kalıcı çözümler için gerçek adımlar atılmalıdır. • Anayasal bir hak olan eğitimin ayrılmaz parçası olduğu halde öğrencilere kamu hizmeti olarak sağlanmayan beslenme ve ulaşım, yeni dönemde her zamankinden çok velilerin kabusu olacaktır. • Bu ekonomik kriz, eğitim emekçisinin okula en yoksul gireceği eğitim dönemini kapımıza getirmiştir. Öğretmenler bu dönemde; düşen alım güçleri nedeniyle daha yoksul, uzmanlıklarını ve saygınlıklarını hiçe sayan meslek kanunu altında sınıflarına girecektir. • Öğretmen atama sayıları geçen eğitim döneminde vefat, istifa gibi nedenlerle sistemden çıkan öğretmen sayısı kadar dahi yapılmamıştır. • Yeni dönemde eğitimdeki gericiliğin dozunun artırılacağının, eğitimin daha da bilimsellikten uzak bir hale getirileceğinin de emareleri mevcuttur. Daha okulun ilk gününde “Çanakkale’den Gazze’ye vatan savunması” başlığı altında çocuklarımıza tarihsel olarak birbirine benzemez konuları, sırf siyasi çıkar uğruna dayatmıştır. Gerici odaklara alan açmak için bilerek çözülmeyen yurt sorunu da yoksul öğrencilerin bir kısmının ne yazık ki yine tarikat yurtlarına yönlenmesine yol açacaktır. • Geçen yıl 6 ve 9. sınıflarda Türkçe, Türk dili ve edebiyatı ile matematik derslerinde yapılan ortak sınavlar, bu yıl 7. ve 10. sınıflarda da uygulanacaktır. Sorunun özünün sınavların biçiminden çok sınav odaklı eğitim sisteminde olduğunu ısrarla görmeyen MEB, bu dönemde de “nasıl öğretsek?” sorusuna cevap aramak yerine “nasıl sorsak” denemeleri yapacaktır. Oysa geçen dönemdeki sınavlar, mevcut müfredatın çocuklarımıza konuştukları dili bile öğretmeyi başaramadığını, bilimsel kavrayışın ilk merdiveni olan temel matematik konusunda müfredatın ne kadar aciz olduğunu zaten gözler önüne sermiştir. Bu gerçekliğe rağmen MEB, bu dönemde de aynı hamleleri yapıp farklı sonuçlar bekleyecektir. • Hükümetin seçimlerin hemen sonrasında bin bir vaatle gittiği deprem bölgelerinde ise eğitim daha da vahim bir halde sürecektir. 6 Şubat depremlerinin üzerinden 19 ay geçmesine rağmen, bazı bölgelerde bu eğitim dönemi de çadır ve konteynırlarda geçecektir. • Açıköğretim ve mesleki eğitim de bu dönemde iki büyük sorun olarak karşımızdadır. Kapsamı ve niyeti değiştirilen açık öğretim, zorunlu eğitim kavramının anti tezi gibi öğrencileri eğitimden ve okul hayatından koparmakta, hem eğitimin homojenliğini baltalamakta hem de çocuk işçiliğini artırmaktadır. Elbette yeni eğitim ve öğretim dönemine dair yukarıda sıraladığımız özet, eğitim için iktidar ve MEB’in planladıklarıdır. Ancak elbette bizim, Başöğretmenin eğitim neferlerinin de planları var! Eğitimdeki gericileştirmeye, piyasalaştırmaya karşı; eğitim emekçisinin haklarına ve itibarına kastedenlere karşı; Cumhuriyet’i ve devrimlerini hedef alanlara karşı verdiğimiz aydınlanma mücadelesinden bir adım geri atmayacağız! Her gün biraz daha büyüyen bir aileyiz. Eğitim-İş olarak Atatürk’ün bize emanet ettiği yeni nesillere kıyılmasına da, onun sınıfta arkasında duracak kadar önem atfettiği eğitimcilere bu ülkenin zindan edilmesine de izin vermeyeceğiz! Laik, bilimsel, adil ve kamusal bir eğitim sistemi kurmak için canla başla çalışacağız!